Bu günlerde Karadeniz Bölgesi genelinde yayla şenliklerinden şenliklere koşuyoruz. Trabzon Beşikdüzü İlçesine bağlı Dağlıca sakinlerinden emekli ağabeyimiz Şalpazarı Akçiriş damadı olan  zaman zaman damara dokunan yazıları bizleri çocukluğumuza alır götürür.

Konu Kızılüzümobası; Şalpazarı damadı olan emekli ağabeyimizin Şalpazarı İlçesine bağlı Üzümözü, Akçiriş, Çarlaklı ve Beşikdüzü İlçesine bağlı Çıtlaklı mahallesinin göçerlerinin kullandığı 4 mahallenin tek ismi  Kızılüzüm obasını kaleme almış. Bende bu hafta değişiklik olarak bu yazısını siz değerli okuyucularım ile paylaşıyorum

Bana kimse; “yaylada güzel bir evim var” demesin arkadaş!

“Ben yaylaya, sabah gidiyorum, akşam dönüyorum” demesin!

İki-üç katlı, cilalı, elektrikli, boyalı duplex binalar, füze gibi çanak antenler, konforlu, güneş enerjili, şofbenli bir eviniz varsa, sizin yaylada eviniz falan yoktur.

Dört çekerli jeeplerle, çimeni, çiçeği, otu, merayı, boynu bükük dağ lâlesini, papatyayı; tozu dumana katarak gidiyorsanız, sizin yaylanız falan yoktur.

Sizin sadece, akşam gidip yattığınız, sabah döndüğünüz bir yeriniz vardır, o kadar…

Eğer; sabah karanlığı ile inekler önde, siz arkada yaylaya gitmek için yola koyulmamışsanız;

Annenizin arkasında beşik, elinde bagraç kapıdan çıkarken, kapıyı kuvvetlice çekerek kapatmamışsa; babanızın sırtındaki camadan da, yolda azık olacak bir-kaç parça kurumuş çökelek ve bir-kaç günlük mısır ekmeği yoksa;

Atınızın, katırınızın sırtında, semerin iki tarafına eşit miktarda yüklenmiş, yayık, yal kazanı, kap kaçak, ayran küleği, yağ tası, v.s. yoksa;

Kaya dibinden, Kaya başına yukarı inişli-çıkışlı yollardan düşe-kalka gitmemişseniz;

Obaya varmadan, kıvrım kıvrım yollardan ha vardık ha varacağız diye ümitlenerek tık nefes yürümemişseniz;

Atınız, katırınız ayağı taşa tökezleyip yuvarlanmak tehlikesi atlatmamışsa;

Akşam karanlığı mezere evine girerken, yüzünüze örümcek ağları bulaşmamışsa;

İlk iş olarak çeşmeye varıp, çam çanağının kıştan yosun kalmış dibini elinizin tarağı ile bir-kaç kez çırpmamış ve ağız dolusu içmemişseniz;

Gece ay ışığında “gizlenmece” oynarken, ayağınızdaki lastik kaybolmamışsa;

Gün içinde sığırları bekleyip eve geldikten sonra; nenenizin “yine hangi oyunlara vurdun da, sığırları doyurmadan getirdin” azarına muhatap olmamışsanız;

Akşam karanlığı basmadan obaya dönen koyunların, kuzuları ile meleşerek kavuşmasına tanıklık etmemişseniz;

Gece uyurken, ahırdaki ineklerin kıpırtaması ile ürpererek uyanmamışsanız;

Sabahları kara ateşin dumanı yatağınızın hizasına kadar inip gözleriniz sulanmamışsa;

Yeni vurulmuş yayık ayranının üzerindeki ince yağ tabakasından mısır ekmeğine sürüp yememişseniz;

Çakı bıçağı ile çam ağacından sakız yapmamışsanız;

“Loru Kayası”nın tepesine çıkıp, aşağıya bakmamışsanız ve dibi görünmeyen yükseklikten aşağı taş atmamışsanız;

“Benim yaylam, benim yaylada evim var demeyin arkadaş.

Yayla dinlenme yeri değildir!

Yayla; uzun zamandır unutulmaya yüz tutmuş bir obanın, bir töre kültürünün hayat bulduğu yerdir.

Yaylada sigara izmariti, kola tenekesi, meşrubat atıkları, bilmem ne şişesi bulunmaz.

Yaylada davul vardır, kemençe vardır, dik horon vardır, bir de ona eşlik eden yanık türküler.

Yayla dert dökme yeridir arkadaş.

Yaylada kasvet vardır.

Yaylada sitem vardır.

Yaylada mazinin acı-tatlı hatıraları vardır.

Yaylada gözyaşı vardır.